Türkiye motorsporları biraz üvey evlat muamelesi görüyor ne yazık ki. İşte ben de bunu kaleme almaya karar verdim ancak sorunları deştikçe altından neler neler çıktı. Baktım bu iş olmayacak, ben de bunu bir bölümlemeyi tercih ettim. Bir laf vardır; İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına... Ben de kendimden başladım; izleyiciden...
Biz izleyici olarak her zaman takımlara, pilotlara destek verdiğimiz için, Türkiye'de yarış olmasına destek verdiğimiz için gurur duyduk. Ülkede kıymeti bilinmemiş bir spor dalına sahip çıktık, destekledik ve gurur duymak hakkımızdı. Yine de sormadan edemiyorum; Biz acaba bu işin getirdiği sorumluluğu bilebildik mi? Türkiye'de azınlık olan bir kitlenin hareketlerine daha çok dikkat etmesi gerekir, malum bir futbol maçında tek bir taraftarın taşkınlığı bile takıma mâl ediliyorsa, biz bu kadar azken bizim içimizdeki arkadaşlarımızın hareketleri nelere sebebiyet veriyor?
Çok uzağa değil, bir kaç yıl öncesine dönüp bakalım; bir gazetenin köşe yazarı olan Selahattin Duman F1 izleyicileri hakkında neler neler yazmıştı, hepimiz çok kızdık değil mi? Peki hiç düşündük mü bu adam ne demek istemiş diye? Selahattin Duman yermeyi seven bir adam, bunu da biraz alaycı bir dille yapmasını da bilir. Belli ki dikkatini çeken bir şey olmuş ki bununla alay etmiş. Konu belli; Formula 1'in Türkiye'ye uymamış olması. Bunda da sebebe gelince bizim insanımızı göstermiş alaylı bir dille. İzleyicileri de kendince ikiye bölmüş, bir tarafta babadan zengin şımarıklar, bir tarafta hevesli olan gençler.
Şımarık zengin çocuklarına gelmeden önce şu bizim üniversiteli gençler dediği kitleye bir bakalım.
"Formula yarışlarına düşkün gençlerin ikinci türü ise genellikle orta halli ailelerin çocukları.. Çoğu memur bebesi..
Bunlar bu işe televizyondaki yarışları seyrederek sardırırlar ve “Çok param olsaydı var ya! Şu arabayı alırım..” hayalini kurarlar..
Genelde üniversite öğrencisidirler..
Diplomayı aldıktan sonra “Master yapasım geldi..” numarası ile iki üç sene daha evden geçinirler..
Şanslı olanları sonunda zor zahmet bir iş bulurlar.. Aldıkları ilk maaş onları Formula olayından soğutur.."
Şöyle bir bakıyorum da, aslında haklı gibi. Gençliğinde yarış için ölen, sonra işe başlayınca "Zaten bütün hafta çalışıyoruz, bir gün de dışarı çıkalım, yarışların da zaten eski keyfi yok ki" teranelerine başlayan çok gördüm açıkçası. Gençlikte bir bakarsın, merak haddinden fazladır, parası olsa takım kuracak gencimiz, ama gençlik hevesi mi desek, hayran gönüllülük mü desek... Belli bir süre sonra bu çok ateşli kitlenin merakı da bir o kadar çabuk küle dönüşüyor. Çok seven, çabuk terkediyor kısaca.
"Şımarık zengin bebeleri" olarak bahsedilen kısım ise ayrı bir dünya... Monaco'da yarış seyretmek isterler ama olmaz tabii ki, onlar da diğer Avrupa yarışlarına meylederler. Hepimizden çok yarış izlemişlerdir canlı olarak, bütün pilotlarla tanışmışlardır. Bunlar elbette güzel şeyler, buraya kadar sorun yok. Sorunun başladığı yer bu kitlenin bir kısmını ilgilendiriyor zaten; çok gezen mi, çok okuyan mı bilir kısmında.
Yarışları yerinde izlemeyi sanırım herkes ister ancak gerçekçi olalım, her yarışı yerinde izleseniz de bilmek bambaşka bir konu, hele ki konu Formula 1 ise. Çok geniş bir alan ve her şeye yetişmek imkansız gibi. Bu yüzden çoğu arkadaşım gibi kişiler uzmanlaşmaya başlarlar. Bazıları politikasıyla ilgilenir, bazıları teknik kısımlarıyla, hatta teknik kısımlarla ilgilenenler bile kendi işinde bölünürler. Aero farklıdır, mekanik farklıdır. İşte böyle bir geniş konuda birden biz bu "zengin bebeleri" F1 uzmanı olarak görürüz karşımızda. Halbuki oturup F1 anlatmasını isteseniz söyleyebilecekleri de pek bir şey yoktur, 15 dk konuşur, sonra hangi pilotla nasıl tanıştığı macerasına girer kalır, bilgi yoktur. Ancak anlatana da muhalefettir, sorarsan da "Ben yarışlarda oradaydım, sen benimle mi kıyaslıyorsun" tadına gelir tartışma.
Ben Selahattin Bey'in yazısına tamamen katılmıyorum elbette ancak biraz da kendimizi eleştirecek olursak haklı olduğu kısımlar var ne yazık ki. F1 izleyicisinin de bu şekilde algılanması ve sporun bu ülkede algılanamamış olmasında bizim payımızı es geçmek fazla iyimserlik olurdu.
Peki biz kendi aramızda sporu tanıtmak, yaymak için neler yapıyoruz? Bizim bu konuda hiç bir sorumluluğumuz yok mu? Gelen yanıtları aslında şimdiden duyar gibiyim; "İnsanlar sevmiyor, hemen kanalı değiştiriyor. Aynı pistte dönüp duran arabalardan ne anlıyorsun" diyorlar. Bu tür bahanelerin ardına saklanmak çözüm mü? Ayrıca bu bahanelerin de artık gerçek olmadığını biliyorum. Her kitleden insanla yarış seyrettim, seyrettirdim, tek bir kelime de duymadım. Boğaz'da lüks restoranda da yarış izledim, köşe başındaki kır pidecisinde de, nerede olursam olayım mekandaki herkes kafasını kalırıp yarış seyretti. Kimse de durumu yadırgamadı. Kır pidecisindeki işçi-memur olan, sıradan vatandaş dediğimiz insanların ilgisi çok daha fazla, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Adamlar yemeği bitince kalkıp gitmedi, yarış bitene kadar oturdular, maç seyreder gibi seyrettiler, ben de arkalarında oturup pis pis sırıttım. Elit bir spor diyenler halt etsin diyorum sadece. Yada benim halkım cidden çok elit ama kıymeti bilinmiyor.
Bahanelerin ardına sığındık, azınlığız dedik, büyüyemedik. Bunda suçlu olan başkaları değil, biziz. Biz tanıtamadık, izletemedik. İzlettiğiniz zaman alınan tepkiler her zaman olumlu olacaktır. Eskiden yarışları izlediğim bir bar vardı, her yarış haftasonu arkadaşlarımla oraya giderdim. Bir ara bıraktım, sonra gittiğimde barmen Birol abinin ilk lafıydı; "Abi bizim yarışlar hangi haftalar oluyor ben bilmiyorum, bazen gelenler oluyor, bu hafta yarış var mı diye soruyorlar, ben de izliycem ama nasıl yapıcaz onu" Ha tabii 40 kişi bir mekanda yarış izlerseniz gürültü olur, şikayet alırsınız o ayrı.
Şimdiye kadar çizdiğim tablo hoş mu, bence değil. Hatalarımız çok ancak bu kadarla da sınırlı kalmıyor. Türkiye'de çoğu insan F1 izlerken fanatizm havasına bürünüyor. Biz futbol izlerken de böyleyken bu sonuç normal. Ancak bu tavırlar kırıcı da olmaya başlıyor, hatta hararetli tartışmalar sonucunda mantıktan çok uzak şeyler ortaya çıkmaya başlıyor bazı internet ortamlarında. Sporu varolan biçimiyle sevemiyoruz, hep bir şeyleri kabullenememe durumumuz var. Hazımsızlığımızın sebebi nedir bilmiyorum ancak kimi zaman dönen tartışmalara bakınca ilkokuldaymışım gibi hissediyorum. Elitist mi yaklaşıyorum olaylara, evet! Azınlık olan bir kitleyseniz ve bu sporu tanıtmayı da amaçlıyorsanız, bu ülkede yarış olsun istiyorsanız bu şekilde davranarak bunu yapabilirmisiniz? Elit olmak, özel olmak, çekici olmak zorundasınız. Cazibesi olan bir kitle olamazsanız büyüyemezsiniz. Yok ben yarışımı izlerim, gerisi çok da umrumda derseniz siz bilirsiniz, yarışları paralı kanallardan izlemeye, Avrupa'da yarış izlemek için para ödemeye katlanın derim, ama şikayet etmeyin sonra, çünkü bunu kendiniz istediniz.
Biz zaten F1 izleyicisi olarak sadece takımlar pilotlar gibi konularda değil, her konuda ayrışmayı seviyoruz. Türkiye'de bu konuda hizmet veren internet platformlarının bile taraftarları var, onlar kendi arasında tartışma derdinde. Hangisi iyi, şu mu iyi, bu mu iyi? Sen mi daha çok biliyorsun, ben mi? Sen hangi yorumcuyu seviyorsun, ben hangisini seviyorum? Hep taraf olmaya çalışmak, hep düşman yaratmak, peki ama neden? Cidden elinize ne geçiyor sevgili izleyicisi kitlesi. Bir araya gelip adam gibi bir şeyler yapmak varken neden kendi iç savaşlarınızı yaratıyorsunuz?
Arada bir hep duyarım, bir oluşum olsun, bir dijital dergi, bir internet platformu, bir pod-cast vs vs... Hep projeler vardır, fikrimi soranlara da hep destek olmuşumdur. Ancak merakım da büyüktür bu konuda. Bu işler hep kapalı kapılar ardında konuşulur, hep birilerinden gizlenilir, ama neden? Niye kimse de çıkıp, abi biz böyle böyle bir iş yapıyoruz, bunu da herkese duyuruyor ve herkesin fikrini alıyoruz demiyor ki? Neden hep gizli kapaklı işler döner, kimden bu korku? Ayrıca o projelerin de hiç başarılı olduğunu görmedim, o da ayrı bir konu zaten. Gençlik hevesi demiştik ya başında, bu da öyle bir şey işte. Ben bir blog açana kadar 100 kere düşündüm, acaba devamlılığını ne kadar sağlarım dedim, ölçtüm biçtim. Bazılarına bakıyorum da adamlar uçmuş gidiyorlar, bıraksan motorsporları kanalı kuracaklar. Bu heyecanı biraz realist olarak değerlendirseydik ve bir araya gelseydik şimdiye kadar öyle güzel platformlarımız olacaktı ki... Ama kendi aptallığımız ve hayran gönüllülüğümüz...
Kısaca ortaya bir şey koyamamış, olmaması gereken yerde fazla iyimser olup, iyimser girişimlerde bulunulması gereken yerlerde bahanelerle sorumluluktan kaçan bir kitleyiz. Kendi kendimizi bölmüşüz, taraflar yaratmışız. Saldırmaktan, kırıcı davranışlardan kaçınmıyoruz, mantığa sahip olmayan argümanlarla konuşuyoruz. Tüm bunlar olurken biz hep başkalarını suçluyoruz; Medya, devlet, yatırımcılar... Bunların elbette yanlışları var ve sonraki bölümlerde onları da işleyeceğim ama önce bir aynanın karşısına geçin. Kendinize sorun; Ben ne yaptım ki ne istiyorum. Farklı takımları, farklı pilotları sevebiliriz, yarışları da tartışabiliriz, rekabet sporun bir parçası elbette. Bunları konuşalım ama bu konu bittiğinde karşımızdaki farklı fikirlerde olan insanla beraber bu sporu sevenler olarak aynı saflarda da yer alabilelim. İşte bunları yapabilirseniz, işte o zaman eleştirileriniz olgunca gelişir ve sonuçlarını da daha çabuk alırsınız.
Belki bu yazıyı okuyan çoğu kişi değişmeyecek ancak bir yerlerde birileri kendine dönüp kendisini sorgulayacaksa bu da bir gelişmedir. Tabii bir taraftan da eleştirileri kişisel algılayanlar çıkacak. Bazıları eleştirilenin kişiler değil de davranışlar olduğunu idrak edemeyecek elbette ki. Eğer merak ediyorsanız şimdiden söyleyeyim, yukarıda yazan davranışlardan birini bile yapıyorsanız, evet sizi eleştiriyorum ve bunu sizin iyiliğiniz için, sporun iyiliği için yapıyorum arkadaşlar. Merak etmeyin yüzlerce F1 izleyicisi arkadaşım var ve herkese laf yetiştirmeye de çalışamam. Sadece sizden isteğim biraz olgunluk, biraz anlayış, biraz birliktelik. Kırıcı değil, yapıcı eleştirilerle bir araya gelebilmek ve doğru bir tartışma platformu oluşturabilmek. Doğru noktaları tartışmak ve doğru eylemlerde bulunabilmek önemli olan. Biz bunu yaparsak belli adımlar atmaya başlarız, yerimizde saymanın ötesine geçeriz.
Sonraki yazı da konumuz Medya olacak, medyanın spora ilgisizliği ve yapılan yayınların kalitesizliği, hepsini tek tek ele alıyorum. O yazıya kadar biz de biraz kendimizle başbaşa kalalım ve kendimizle hesaplaşalım bence, buna her F1 izleyicisi gibi ben de dahilim.
Not: Dijital Motorsporları dergileri lafı geçmişken; Yarış adında bir dijital dergi var, meraklısı için tavsiye ederim. Okumak isteyenler için buyrun linki;
https://data.axmag.com/data/201305/U5000...index.html
Onur Ömer Öztürk