Mehmet Ali Selışık, 24 saatlik Le Mans yarışında hayatını kaybeden Allan Simonsen'in ardından motorsporlarının karanlık yüzüne baktı.
Ölüm, etrafımızdaki kontrastı artıran hadiselerden biri. Ölümden daha gerçek ve kaçınılmaz başka bir şey olmadığından, bu gibi zamanlarda her şeye yabancılaşmak mümkün.
Bazı meslek grupları ölümlere tanık olduğunda, hatta bizzat müsebbibi olduğunda dahi bahsettiğim psikolojik refleksi göstermiyorlar. "Biz burada ne yapıyoruz ki?" isimli meşhur soru, sorgulamak fıtratında olmayan kimselerin zihninde de oluşmuyor. Gerçekliğin en uç noktası, en marjinali ölüm, yapaylaştırıyor da. Birilerinin, aynı ya da farklı, ölümünden üzüntü duymak bir yana; mutluluk dahi duyan yapay güruhlara sıkça rastlıyoruz. Şükür, motorsporları eşrafı yakınından bile geçmiyor oraların.
Ölümle en yakın temasta bulunan spor dallarından birisi malum, motorsporları. Sus yahut susma, sıra mutlaka sana ya da çevrene geliyor. Televizyonda, pistte izlediğin, video oyunlarında yarıştığın bir sporcu bir gün varlığına nokta koyuyor. Yokluk, karanlık gibi yalnızca varlığın eksikliği ile fark edilebilir olduğundan, bir yadırgama alıyor herkesi. Atılan hızlı turların, patlayan şampanyaların, ince ayarların, milisaniyelerin ne manası var? Yok aslında, sırf yok olacağımızı bir süreliğine unutmak için varlar hepsi. Ya da gittikten sonra, arkada bize ait bir şeyler bırakmak için tüm bu çaba.
Kimler gitmedi ki? İsim saymaya başlarsak asla bitiremeyeceğimiz kadar hayat pistlerde sonlandı. O kadar gerçekti ki, gerçek dışıydı hepsi. En son ve asla sonuncu olmayan dün, Le Mans hafta sonunda Allan Simonsen sordu bize soruyu. Durdur düğmesine bastık, aynı kelimeyi tekrar tekrar söylemiş gibi garipsedik olanları. Bu kadar gerçek fazla geliyor belki de, yapaylık arıyoruz.
Televizyonda, internette, kitaplarda, politikacılarda gerçekleri istiyor muyuz cidden? Gerçeğin ta kendisi bize gelene kadar, öleceğimizi unutmak istiyoruz. Herkes aynı tepkiyi vermiyor, kimi sporu bırakıyor; kimi güvenlik hastası olup sporu başka birileri daha ölene kadar koruyacak kurallara önayak oluyor. Çoğu da bir daha eskisi gibi olamıyor. Bazen tükeniyorlar, öldükçe etrafındakiler. Bazen kendileri ölüme yaklaştıkça büyüyorlar.
Mika Hakkinen, 1995'teki kazada iki kez kalbi durduktan sonra başlıyor yaşamına. Bir şeyler uğruna ölebilenler ölümsüz olurken; yaşamı daha da anlamsızlaşanlar kendilerine sormuyorlar o soruyu. "Biz burada ne yapıyoruz?" diyebilenler değiştiriyor dünyayı. Yabancılaşıyorlar önce.
Sonrası gerçeklik, eğer korkmuyorlarsa…
Eurosport - Mehmet Ali Selışık