Beş yıl önce Brezilya’da efsanevi son yarışta McLaren bugünkü gibi puan hesabı değil duble hesabı yapıyordu. Yarışa ilk çizgide başlayan McLaren pilotları sırayla Hulkenberg’le çekiştikten sonra Button galibiyete uzanırken yıl boyunca McLaren gibi 7 yarış kazanan ama onlardan daha istikrarlı olan Red Bull iki klasmanda da şampiyonluğa ulaşmıştı. Peki sadece 4 ay sonra McLaren neden Avustralya’da puan için savaşıyordu. Üstelik kurallar hiç değişmemişken.
Formula 1 tarihini bilemem ama benim izlediğim son 20 yıllık dilimde alınan en aptal karar MP4-27’yi çöpe atıp yeni baştan MP4-28’i tasarlamaktı. Whitmarsh aracın kağıt üzerinde birçok agresif sistemin birleşimi bir araç olduğunu ama gerçekte çok farklı bir sonuçla karşılaştıklarını söylemişti. 2009-2013 arasında birçok takım benzer temeller üzerinden giderken McLaren 4 defa araç tasarımını değiştirmişti. Evet, takım 2012 sonunda MP4-27’nin gelişim potansiyelinin sonuna geldiğini düşünüyordu. Elimizde veri yok, olsa da onları yargılayacak durumda değiliz ama bu hamlenin “basitçe” başarısız olduğunu söyleyebiliriz. Belki de gözden kaçırılan kavram bu “basitlik”ti.
Whitmarsh Formula 1 yerine İngiliz Hava Sanayi’nde devam etseydi belki yine çok iyi bir mühendis olacaktı. Sakin görünümünün altında değişik şeyler denemeyi seven bir karakteri vardı Whitmarsh’ın. Takım patronluğu ve CEO’luk yaptığı beş sene aslında baya renkli geçti. 2014’te Whitmarsh’ı takımdan yollaması Ron Dennis’in aslında kendi sonunun başlangıcı oldu. Dennis, Mansour Ojjer hastayken yeni yatırımcılar bulma sözüyle bir anlamda takıma el koydu. Takımın başına birden Eric Boullier geldi.
2015 araç tanıtımında Boullier ve Button Honda motorlu MP4-30’u anlatırken önceki yıllardan farklı şeyler söylüyordu. İlk başta bunları tipik “yeni araç güzellemeleri” diye düşünmüştüm. Button aracın artık daha sürücü dostu olduğunu vurguluyordu. Boullier, özellikle son yıllarda takımın yarış takımı olduğunu unuttuğunu ve mühendisliğe çok fazla kafa yorduğunu söylüyordu. Eric’in şu demeci önemli:
In simple terms, being able to use 100 per cent of 700kg of downforce is better than only being able to use 80 percent of 750 kg.
Whitmarsh’ın ardından yapılan değişikliklerde Eric ya da Ron’un nasıl karar aldığını bilmiyoruz. Yine de Dennis’in doğru teşhislerde bulunduğu ve Boullier’in doğru bir uygulayıcı olduğunu söyleyebiliriz. Boullier ayrıca 2014’te piste getirilen parçaların yarısına yakının çalışmadığını, 2015’te ise bu oranın %5-10 olduğunu ekledi. 2017 sezonu biterken bütün bunların hepsi arşivlik dosya gibi görünebilir lakin McLaren’in yaşadığı değişimi anlamak adına önemli.
If you have a performing car and a driver cannot drive it, then it is obviously a waste.
Bütün bunları birleştirdiğimizde ise sadece 2013’teki aracın değil, 2014’teki aracın da felaket olduğunu söyleyebiliriz. 2014te sadece Mercedes’ten belirgin şekilde yavaş kalmadılar, Williams’a yıllar sonra geçildiler, daha kötü motora sahip Red Bull ve Ferrari’nin de arkasında kaldılar. McLaren’in 5 yılı 2 yıl Mercedes motorlu ve 3 yıl Honda motorlu diye ayırmak kolay olabilir. İlk 2 yıl aynı zamanda Whitmarsh yönetiminde üretilen araçlardı. Unutulmasın Whitmarsh takımdan ayrıldığında MP4-28 yapımı bitmişti bile.
Elbette başarısızlığın faturasını tek bir kişiye atmak kolay. Özellikle mevzubahis Formula 1 gibi kapalı kapılar ardında dönen bir sporsa. Yine de doğal olarak akla ilk gelen kişi ekibin lideri oluyor. Ferrari de aynı sezon içinde Domenicali’nin işine son vermiş, hatta iş Montezemelo’nun ayrılışına kadar varmıştı. Formula 1’in son 20-30 yılının en büyük aktörleri bir bir işi bırakıyordu.
2015-2017 arasındaki 3 sezonluk Honda macerası 2014’teki Abu Dhabi testinde felaket bir şekilde başlamıştı. 2015 kış testleri de aynı şekilde devam etti, takım ilk puanlarını ancak motorun nispeten daha az etkili olduğu Monaco’da aldı. Alonso’nun Honda’nın kendi sahip olduğu pistte motora “GP2 Engine” diye serzenişte bulunması ikili arasındaki ortaklığın unutulmaz anlarından biri olmuştu. Takım en iyi sonucunu Hamilton’la Rosberg’in başına olağandışı şeylerin geldiği Hungaroring’te 5. olarak almıştı. Bu yarış 3 yıllık periyotta bir McLaren aracının iki Mercedes’in de önünde bitirdiği tek yarıştı sanırım. Emin değilim çünkü araştırmak çok gereksiz bir istatistik olabilir.
2016’da ise ERS problemlerin üstesinden gelen Honda çok kabaca 1 sn. civarında gelişim elde etti ve sezonun 5. yarışı Barcelona’da takım ilk defa Q3’e kaldı. Sezonun ikinci yarısında daha çok toparlanarak takımlarda 6.’lığa yükseldi. 2017’deki kural değişiklikleriyle Honda’nın yine büyük bir adım atarak öndeki gruba iyice yaklaşması bekleniyordu.
Sezona yeni tasarlanan bir motorla başlayan Honda 2015’in benzerini yaşadı. Yeni motor ne hikmetse 2016 Abu Dhabi’nin bile gerisindeydi. Artık söylenecek söz kalmamıştı. Kış testlerinde titreşim sorunlarına sahip motorla birlikte McLaren’in şasisinin de felaket olduğunu söyleyen yorumcular da çıktı. Daha kötüsü olamaz derken Honda her seferinde bütün F1 camiasını şaşırtmaya devam ediyordu. Melbourne’e giderken takımın açık ara 19. ve 20. olacağını bekliyordum ki Alonso Q2’ye kalmış ve Q3’ün sadece 0.4 sn gerisindeydi. Takımın şasi tarafında nasıl iyi bir iş çıkardığı aslında ilk yarıştan belliydi. Beşinci yarış Barcelona’da yine Alonso Q3’e kalıyordu ve geri kalanların en iyisi olarak 7. oluyordu.
Honda’nın Kanada’ya beklenen güncellemeleri getirmemesi ve ne zaman getireceğine dair bir fikrinin olmaması McLaren’in sabrını taşıran son damla oldu ve Mercedes’le görüşmelere başlandı. İlk başlarda iki taraftan da olumlu sinyaller gelse de Mercedes sonrasında kapıyı kapattı. Öyle ki McLaren ezeli rakibi Ferrari’ye bile başvurdu. Birkaç çılgın Alfa Romeo fikri ortaya atılsa da ortaklık fikri ciddiye bürünmedi. McLaren başta pek akla gelmeyen Renault’a yöneldi ve Toro Rosso-Renault-McLaren-Honda arasındaki ilginç dörtlü müzakerelerinden sonra Renault ile el sıkıştı. Normalde Red Bull kampının bu anlaşmayı imzalamış olması pek mantıklı görünmüyor olabilir ancak Toro Rosso’nun gözden çıkarıldığını daha kolay söyleyebiliriz.
2016 sonunda Ron Dennis’in takımdan ayrılması McLaren için başka bir dönüm noktası oldu. Aslında bu kadar kısa zamanda böylesine büyük değişiklikleri hazmetmek zor ama Formula 1 o kadar teknik bir spor ki duygusallığa hiç yer yok. McLaren’in bu zorlu beş yılında karşılaştığı üç güzel şeyden sonuncusu (Prodromou ve Alonso diğer ikisi) ise Zak Brawn oldu. Brawn’ın ismi ilginç bir şekilde hem Formula 1 yönetimi hem de McLaren yönetimi için geçiyordu ama o tercihini Woking’ten yana kullandı. Formula 1 takım patronu olarak daha kanıtlaması gereken çok şey var ama ticari bir zeka olarak takımına ve çevresine güven verdiği kesin.
McLaren’in. Günümüzde “her şeyden sorumlu takım patronluğu” dönemi bitti ve Wolff, Brown gibi teknik olmayan patronların demeçlerini artık daha çok duyuyoruz. Brawn geldiği günden bu yana isim sponsorundan bahsediyor ama o konuda işi zor. Yazının hazırlandığı bugünlerde McLaren’in iki marka ile sözleşme imzaladığı söyleniyor, bakalım Brown’un ilk hamleleri nasıl olacak. Elbette pistteki başarısızlıkla isim sponsoru bulmak neredeyse imkansız.
McLaren’in takımlar şampiyonasında geride kalması ve kazandığı paranın azalmasıyla beraber bütçe konusu takımın tekrar gridin önlerine dönemeyeceğine dair diğer önemli kuşkuydu. 2017’deki bütçe açığı biraz Honda’dan biraz da şirket ortaklarından giderilmişte benziyor. Açıkçası McLaren o kadar kapalı bir yapıya sahip ki röportajlardan cımbızla laf çekerek yorum yapmaya çalışıyoruz. Mansur Ojjeh’in takımla artık daha ilgili olduğunu biliyoruz ama ya Mumtalakat Holding? Takımın en büyük hissedarı Bahreyn’li varlık fonunun takımdan ve hatta şirketten beklentisini tam olarak bilemiyoruz. McLaren Automotive agresif şekilde büyüyor, satışları artıyor ama bir o kadarını da AR-GE’ye yatırmaya devam ediyor. Brown’un MCL32 tanıtımında söylediği şu sözler gözden kaçmasın:
We have very wealthy owners who want to win. The partners that we do have make healthy contributions, Honda’s obviously a fantastic and big contributor to our racing team… and we have lots of other revenue streams inside McLaren Technology Group.
McLaren Automotive artık yarış takımından çok daha önemli bir element. Takıma doğrudan nakit akışı sağlamasa da arkasında her geçen gün büyüyen bir abi durumunda. Şirketin yükselişi de ilginçtir yarış takımının kötü araçlar üretmesiyle başladı. Bu ayrı bir yazı konusu fakat McLaren Automotive ve Technology Group F1 takımının neden Williams’a benzemeyeceğinin açık bir göstergesi.
Son üç yıldaki başarısızlık konusunda Honda’nın rolü ortadayken insanlar ister istemez McLaren’i de sorgulamaya başladılar. Yazıda bahsettiğimiz 2013 ve 2014 sezonlarında McLaren, Mercedes motoruyla kayda değer bir şey yapamamıştı. Özellikle de 2014’te Williams saf hız açısından hem McLaren’in hem de Ferrari’nin önündeydi. Biz de bunlardan hareketle taraftarların sıklıkla vurguladığı Williams-McLaren karşılaştırmasını yapalım dedik.
2015’in ilk yarışında McLaren ve Williams arasında devasa denebilecek bir fark vardı. Massa ve Button’ın Q1 derecesi arasındaki fark 2,2 sn, Massa’nın Q3 derecesiyle fark ise tam tamına 3,7 sn idi. Son yarış Abu Dhabi’de Q2’ye kalan Button’la Bottas’ın farkı 0,8, Q3 farkı da 1 sn’ye kadar düşmüştü. Bu bile McLaren’in gösterdiği gelişimi gözler önüne sürüyor. İlk yarış Honda motorunun gerçek gücünü göstermese bile sezon için gelişimin çok sıkı olmasından dolayı Honda tarafında dramatik gelişme göremedik. Zaten Honda’nın en büyük atağı 2016’da ERS problemlerinin çözümüyle geldi.
2016’nın ilk iki yarışında enteresan sıralama turları formatı yüzünden tuhaf dereceler var, Çin ve Rusya da çok belirgin Mercedes pistleri olduğu için karşılaştırmayı Barcelona’dan itibaren alabiliriz. Alonso Honda motoruyla ilk defa Q3’e kalırken Bottas’ın sadece yarım saniye gerisindeydi. Sezonun son yarışı Abu Dhabi’de ise iki takım çok yakın dereceler elde ederek 5. ve 6. çizgiyi hep birlikte doldurmuştu. Yani 2015 Avustralya’da ortalama 3 sn. olan fark 2016 Abu Dhabi’de sıfırlanmıştı. Bunun 1 sn. civarında katkısı Honda’dan geldi, belki de daha azı çünkü Mercedes’in 2014’ten beri geliştirme yönünden de durmadığını gayet iyi biliyoruz.
2017 sezonu ise iki takım için son 2 yılın özeti gibi geçti. Felaket başlayan Honda, sezon ortasında göreceli olarak toparlanmış ve Williams da rakiplerinin gerisinde kaldı. Zaten aracın sorunlu olduğu Williams cephesinden de kabul ediliyor, Lowe önderliğinde 2018 aracı sıfırdan tasarlanıyor. McLaren Williams’ı Singapur’dan bu yana düzenli olarak geçiyordu, Williams 5.’liği özellikle Massa’nın sezonun ilk yarısındaki istikrarlı sürüşüne borçlu. Bu karşılaştırmayı belki Williams ile yapmak bile doğru olmayabilir çünkü takım 2014-2017 arasında gelişim yarışında açık bir şekilde geride kaldı.
McLaren’in 5 yıllık bu yalnızlık dönemini daha iyi anlamak istiyorsak yukarıda belirttiğimiz gibi, 2013-2014, 2015-2016 ve 2017 olarak üç parçaya bölebiliriz. Takım hala önemli mühendislere sahip, bütçesi de fena durumda değil ve gridin en iyi pilotlarından birine sahip. 2018’de Renault ile önemli bir gelişim gösterseler de yeni motora geçmenin dezavantajları mutlaka olacaktır. McLaren’in kıyaslanacağı takım Red Bull ise Renault ile ortaklığında 10. yılına yaklaştı. Bakalım bu ne kadar büyük bir fark oluşturacak iki takım arasında. 2017 sezonu öyle bitti ki dört büyük takım arasında hangisinin daha iyi şasiye sahip olduğunu bile bilemiyoruz. McLaren’in son galibiyeti üzerinden 5 yıl, podyumun üzerinden 3 koca yıl geçti. 2018’de 4’lü mücadele içerisinde McLaren podyumlar görebilir, Alonso’nun ustalığıyla galibiyetler de alabilir. Hele de Renault 2016 benzeri bir atılım yapabilirse 2012 benzeri bir sezon yaşarız, bu da diğer yazının konusu olsun.
Not : Özellikle takımın 2013’te yaşadığı tasarım problemi ile ilgili haber bulmak çok zor oldu, Whitmarsh’ın da ketum röportajları yüzünden dönemle ilgili daha net bilgi veremedik.
;;;